İlçelere Doğalgaz Ulaştırılmasına İlişkin Cumhurbaşkanı Kararı’nın Uygulama Esasları Yayınlandı

23 Eylül 2020 tarih ve 2953 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı kapsamında, doğalgaz kullanımın arttırılması amacıyla yeterlilik kriterlerini sağlayan ilçelere doğalgaz ulaştırılmasını sağlamak üzere yapılacak yatırımlara ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir. Anılan Cumhurbaşkanı Kararı’nın uygulanmasına ilişkin usul ve esasların ise Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş. (“BOTAŞ”) Genel Müdürlüğü’nün görüşleri de alınmak suretiyle EPDK tarafından belirleneceği öngörülmüştür. Aynı doğrultuda, şehir besleme hattı yatırımlarının BOTAŞ veya ilgili doğalgaz dağıtım şirketinden hangisi tarafından yapılacağına karar verme yetkisi EPDK’dedir.

16 Şubat 2021 tarih ve 31397 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 11 Şubat 2021 tarih ve 10023 sayılı EPDK Kararı ile Cumhurbaşkanı Kararı’nın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar aşağıdaki gibi belirlenmiştir:

1. Öncelikle Cumhurbaşkanı Kararı’nın yayımlanarak yürürlüğe girdiği tarih olan 24 Eylül 2020 tarihinde, nüfusu 20.000’i aşan ilçelere ilişkin liste EPDK Kararı’nın yürürlük tarihinden itibaren 15 gün içinde BOTAŞ tarafından ilgili kurum ve kuruluşlardan talep edilecektir.

2. Bilgilerin teminini takiben BOTAŞ tarafından yine 15 gün içerisinde EPDK’ya başvuru yapılır.

3. Başvuruda şehir besleme hattı yatırımına daha önce başlanmış ancak henüz tamamlanmamış ilçeler ile yatırımı tamamlanan ilçeler ayrıca belirtilir.

4. EPDK tarafından başvuru esnasında sunulan listeler incelenir ve şehir beslenme hattı yatırımı ihtiyacı olduğu değerlendirilen ilçeler BOTAŞ’a bildirilir.

5. BOTAŞ tarafından yatırım yapılacak ilçeler listesi EPDK onayı ek yapılarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na iletilir.

6. Bakanlık onayı alan ilçeler EPDK ve BOTAŞ’a bildirilir ve yatırım gerçekleştirilir.

7. Bu işlem yıllık olarak, her yeni yılın Mart ayı sonuna kadar alınan nüfus bilgileri kapsamında tekrarlanır.

Doğalgaz Dağıtım Şirketlerinin Durumu

Doğalgaz dağıtım şirketleri, eğer kapsam içine alınan ilçe kendilerinin halihazırda dağıtım lisansına sahip olduğu bölge içerisine giriyorsa, ayrı bir lisans ya da izin almaksızın doğalgaz dağıtımı yapmaya yetkili kılınmıştır.

Eğer ilçe dağıtım lisansı bulunan dağıtım bölgesi içerisinde değilse, dağıtım şirketi EPDK tarafından ilgili mevzuat hükümleri kapsamında belirlenecektir.

İlçe dağıtım lisansı bulunan dağıtım bölgesi içerisinde değilse, ilçenin bağlı olduğu il sınırı içerisinde faaliyet gösteren dağıtım şirketlerinden biri EPDK’ye dağıtım bölgesi genişletme başvurusunda bulunabilecektir. Bu durumda, dağıtım bölgesi genişletme prosedürü öncelikli olarak uygulanacaktır ve başvuru mevzuata uygun bulunduğu takdirde, ilgili ilçe dağıtım bölgesi genişlemesi yöntemiyle mevcut dağıtım lisansı kapsamında alınmış olacaktır.

Kriteri sağlayan ilçelere yapılacak şehir beslenme hattı yatırımlarının kurumlar bazında paylaşımı aşağıdaki kritere göre belirlenecektir.

Kriter Yatırımı Yapacak Taraf
İmarlı alan sınırlarının iletim hattına mesafesi > 5km BOTAŞ
İmarlı alan sınırlarının iletim hattına mesafesi < 5km İlgili Doğalgaz Dağıtım Şirketi

Yeni düzenleme ile yürürlükten kalkan EPDK’nin 6867-6 sayı ve 19 Ocak 2017 tarihli kararında yatırımların kurumlar bazında paylaşımına ilişkin benzer kriterler belirlenmiş olmakla birlikte, eski düzenlemede kilometre sınırı 30 olarak esas alınmıştı.

Doğalgaz dağıtım şirketi eğer talep edelerse, mesafe şartına bakmaksızın yatırımı kendisi yapmayı tercih edebilir. Bu durumda, yine ilçenin doğalgaz arzı doğrudan yatırım şebekesinden sağlanabilir.

Tescilli Markamı Kullanma Yükümlülüğüm Var Mı?

Bilindiği üzere, Türkiye’de marka başvuruları Türk Patent ve Marka Kurumu (“TÜRKPATENT”) nezdinde gerçekleştirilmekte ve başvuruya ilişkin incelemeler 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (“Kanun”) ilgili hükümleri uyarınca yine TÜRKPATENT tarafından yapılmaktadır. Başvurunun TÜRKPATENT nezdinde herhangi bir olumsuz karar ile karşılaşmaması halinde ise marka başvurularının tesciline karar verilmektedir.

TÜRKPATENT nezdinde tescil edilen bir marka Kanun’un 23.maddesi gereğince başvuru tarihinden itibaren 10 yıl süre ile korunmakta ve bu süre 10’ar yıllık periyotlar halinde uzatılabilmektedir.

Peki Bu Tescil, Marka Sahibine İlelebet Bir Koruma Sağlamakta Mıdır?

Kanun’un 9.maddesi “Tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde haklı bir sebep olmadan tescil edildiği mal veya hizmetler bakımından marka sahibi tarafından Türkiye’de ciddi biçimde kullanılmayan ya da kullanımına beş yıl kesintisiz ara verilen markanın iptaline karar verilir.” hükmünü içermektedir. Bu madde uyarınca, tescil edilen bir markanın tescile konu edildiği mal ve/veya hizmetler kapsamında ciddi[1] bir şekilde ticari faaliyetlerde kullanılması, kullanılmıyor ise bu kullanmama durumunun haklı bir nedene dayanması gerekmektedir. Söz konusu kullanım, marka sahibinin bizzat kendisi tarafından gerçekleştirilebileceği gibi marka sahibinin izni ve yetkisi dahilinde- örneğin; lisans, franchise vb. sözleşmeler ile- üçüncü kişiler tarafından da gerçekleştirilebilecektir.[2]

Marka sahibi, markasını Kanun’un öngördüğü şekilde ve tescilinden itibaren 5 yıl içerisinde ciddi bir kullanıma konu etmemesi halinde ise “kullanmama nedeniyle iptal” talepleri ile karşı karşıya kalabilecektir. Kanun’un öngördüğü kullanım zorunluluğu, “kullanmama nedeniyle iptal” davasına ilişkin talepler dışındaki başkaca hukuki süreçlerde de def’i (özel bir kaçınma hakkı) olarak marka sahiplerinin karşısına çıkabilecektir. Yani marka sahibinin, sonraki tarihli ve 3.kişilere ait bir markanın hükümsüzlüğüne ilişkin açacağı davada, markalarının kullanılmaması savunması (kullanmama def’i) ile karşılaşması mümkündür.

“Kullanmama Nedeniyle İptal Talebi” Veyahut “Kullanmama Def’i” İle Hangi Durumlarda Karşı Karşıya Kalabilirim?

Öncelikle kullanmama nedeniyle bir markanın iptaline karar verilebilmesi için Kanun’un 26/1 maddesi kapsamında bir “talebin” varlığı gerekmektedir. Bu kapsamda, ilgili kişilerce[3] tescilli bir markanın kullanmama nedenine bağlı olarak iptali talep edilebilecektir. İlgili kişiler kavramı Kanun’da açıkça tanımlanmamakla birlikte ilgili kişileri, markanın kullanmama nedeniyle iptaline karar verilmesinde hukuki menfaati[4] olan kişiler olarak yorumlamak mümkündür. Örneğin; kullanmama nedeniyle iptali istenen markanın, talep sahibi ilgili kişi tarafından kendi adına tescil edilmek istenmesi durumunda veya kullanmama nedeniyle iptali istenen markanın, benzerlik nedeniyle 3.kişilere ait markanın tescili konusunda engel oluşturması gibi durumlarda bu kişilerin kullanmama nedeniyle iptal talebine ilişkin hukuki menfaatinin olduğu söylenebilecektir.

Bir başka ihtimalde; daha önceki tarihli ve tescilli bir marka gerekçe gösterilerek 3.kişiler aleyhinde açılacak bir hükümsüzlük davası[5] veyahut marka tecavüzüne[6] ilişkin dava kapsamında, söz konusu 3.kişilerce davaya gerekçe olarak gösterilen markaların Türkiye’de ciddi biçimde kullanılmakta olduğuna ya da kullanmamaya dair haklı sebeplerin varlığına ilişkin delil sunulması talep edilebilecektir.

Yine, TÜRKPATENT nezdinde Kanun’un 6/1 maddesi uyarınca markalar arasındaki karıştırılma ihtimaline dayalı olarak yapılan bir yayına itiraz işleminde, itiraza gerekçe olarak sunulan markaların sahibinden, söz konusu markalarını Türkiye’de 5 yıldır ciddi ve kesintisiz bir şekilde kullanıyor olduğunun ispatı talep edilebilecektir.[7] Böyle bir durum ile karşılaşılabilmesi için ise itiraza gerekçe olarak sunulan markaların, yayınına itiraz edilen markanın başvuru veya rüçhan tarihinden önceki 5 yıllık süre için tescilli bulunuyor olması gerekmektedir.

Kullanmama Nedeniyle İptal Davasında Yetkili Merci Neresidir?

6769 sayılı Kanun’unun 26. maddesinde markanın kullanmama nedeniyle iptaline karar verebilecek merci TÜRKPATENT olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda, kullanmama nedeniyle iptal taleplerinin ilgili kişilerce TÜRKPATENT’e yöneltilmesi gerekecektir. Ancak, söz konusu maddenin yürürlük tarihi aynı Kanun ile 7 yıl sonraya (10.01.2024 tarihine) bırakıldığından günümüz itibariyle kullanmama nedeniyle iptal taleplerini inceleme yetkisi Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemeleri’ndedir.

Markanın Kullanımına İlişkin 5 Yıllık Süre Nasıl Hesaplanmaktadır?

Günümüzde yürürlükte bulunan 6769 sayılı Kanun kapsamında, markanın kullanımına ilişkin 5 yıllık süre markanın tescil edildiği tarih ile başlamaktadır. Açılan bir hükümsüzlük davasında kullanmama def’i ile karşı karşıya kalınması halinde bu sürenin belirlenmesinde dava tarihi esas alınacaktır.[8] TÜRKPATENT nezdinde yapılan yayına itiraz sürecinde “kullanım ispatı talebi” ile karşı karşıya kalınması halinde ise bu süre; itiraza konu marka başvurusunun başvuru veya rüçhan tarihinden geriye dönük hesaplanacaktır.

Bu aşamada değinilmesinde fayda bulunmaktadır ki 6769 sayılı Kanun öncesinde yürürlükte olan 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin markaların kullanılmasını zorunluluğunu düzenleyen 14.maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 14.12.2016 tarihli 2016/148 esas ve 2016/189 karar sayılı kararı ile iptal edilmiştir. Söz konusu iptal kararı 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun yürürlük tarihi olan 10.01.2017 tarihinden 4 gün önce (06.01.2017) yürürlüğe girmiş olduğundan, kullanmama nedeniyle iptal talepleri bakımından işleyecek sürenin nasıl hesaplanacağı konusunda tartışmalar meydana gelmiştir.

Nitekim, 556 sayılı KHK’nın 14.maddesinin iptali ile markaların kullanılmasına ilişkin zorunluluk halinin olmadığı bu nedenle 5 yıllık kullanım süresinin 6769 sayılı Kanun’un yürürlük tarihi ile başlayacağı yönünde görüşler olduğu gibi sürelerin hesabında 6769 sayılı Kanun öncesi dönemin de hesaplanması gerektiği ancak Kanun’un yürürlük tarihinden önce açılmış olan kullanmama nedeniyle iptal davalarının kanun boşluğu oluşması nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği yönünde görüşler de oluşmuştur.[9]

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 14.6.2019 tarihinde konu hakkında vermiş olduğu karar[10] ile 6769 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden önceki dönemi de kapsayacak şekilde kullanmama değerlendirmesi yapılarak kullanmama nedeniyle iptaline yönünde verilen kararda usul ve yasaya aykırı bir husus bulunmadığını belirtmiştir. Anılan bu karar kapsamında, kullanmama nedeniyle iptal talepleri bakımından hesaplanacak sürelere 10.01.2017 tarihinden öncesi de katılmaktadır.

Tescilli Markamın Kullanımının İspatlanamaması Durumunda Karşılaşılan Sonuçlar Nelerdir?

Tescilli bir markanın, kullanmama nedeni ile iptal talebi veyahut kullanmama def’i ile karşılaşması ve bu talep/def’i bakımından markanın Türkiye’de ciddi ve kesintisiz bir şekilde kullanılıyor olduğunun ispatlanamaması halinde söz konusu tescilli markanın iptali veyahut söz konusu tescilli marka gerekçe gösterilerek yapılan iddialar bakımından markanın tescil korumasından yararlanamaması sonuçları ile karşılaşılacaktır.

Tescilli bir markanın iptaline karar verilmesi halinde marka, kullanmama nedeniyle iptal davasının açıldığı (2024 yılı itibariyle TÜRKPATENT’e talepte bulunulduğu) tarih itibariyle etkili olacak ve bu tarihten itibaren tescilin sağladığı korumadan yararlanılamayacaktır.

Yukarıda yer alan açıklamalar uyarınca; ilgili 3.kişilerden gelebilecek kullanmama nedeniyle iptal talepleri ve kullanmama def’i kapsamında herhangi bir hak kaybı yaşamamak adına ticari faaliyetlerinizde kullandığınız ve/veya kullanacağınız ayırt edici ibareleri ticari faaliyet gösterdiğiniz ve/veya yakın zamanda ticari faaliyet göstermeyi planladığınız mal ve hizmetler kapsamında tescile konu etmenizi öneririz. Tescile konu edilen markalarınızı kullanırken bir yandan da yukarıda yer verilen olası durumlar ile karşılaşabileceğinizi ve bu nedenle kullanımlarınızı gösterebilecek her tür bilgi, belge, görsel ve dokümanlarınızı şimdiden göz önünde bulundurmanızı tavsiye ederiz.

 


[1] Ciddi kullanım konusunda Yargıtay 11. Hukuk Dairesi bir kararında: “Oysaki markanın ciddi şekilde kullanılıp kullanılmadığına ilişkin olarak yapılacak değerlendirmede sadece faturaların parasal değerleri, fatura sayısı değil, markanın kullanıldığı emtianın kullanım alanı, yaygınlığı, bu emtialara olan talep, emtianın piyasası ve yılda bu emtialardan ne miktarlarda satılabileceği hususları da nazara alınmak suretiyle faturalarda yazılı emtia miktarlarının buna göre değerlendirilerek markanın ciddi şekilde kullanılıp kullanılmadığının tayin ve takdir edilmesi gerektiği gibi, davalının iştigal alanları da nazara alındığında ürettiği emtiaları kendi grup şirketleri aracılığıyla piyasaya sürmesi veya onlara da satması mümkün olduğundan bu hususların aksini gösteren deliller sunulmadıkça kendi grup şirketlerine yapılan satımların bu nedenle gerçek ve geçerli bir satış olmadığının kabulü de doğru değildir.” şeklinde hüküm kurmuştur. (Yargıtay 11. HD. 2010/2707 E. ve 2011/14999 K. 14.11.2011 T.)

[2] Ancak böyle bir durumda söz konusu sözleşmelerin varlığı yeterli olmayacak ve üçüncü kişilerce yapılan kullanımın da marka sahibi tarafından ispatlanması beklenecektir. (Yargıtay 11. H.D. 2009/7782 E. 2011/7040 K. 9.6.2011 T.)

[3] 6769 Sınai Mülkiyet Kanunu madde 26/2: İlgili kişiler, Kurumdan markanın iptalini isteyebilir.

[4] Yargıtay bir kararında “davacının da tescilli markanın kapsamıyla aynı alanda ticari faaliyette bulunması nedeniyle bu davayı açmakta hukuki yararının bulunduğu” yönünde karar vermiştir. (Yargıtay 11. H.D. 2019/5260 E. 2020/3381 K. 1.7.2020 T.)

[5] Sınai mülkiyet Kanunu Madde 25/7: 6 ncı maddenin birinci fıkrası uyarınca açılan hükümsüzlük davalarında 19 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü def’i olarak ileri sürülebilir.

[6] Sınai Mülkiyet Kanunu Madde 29/2: 19 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü tecavüz davalarında def’i olarak ileri sürülebilir.

[7] Sınai Mülkiyet Kanunu Madde 19/2: 6 ncı maddenin birinci fıkrası kapsamında yapılan itirazlarda, itiraz gerekçesi markanın itiraza konu başvurunun başvuru veya rüçhan tarihinde Türkiye’de en az beş yıldır tescilli olması şartıyla, başvuru sahibinin talebi üzerine, itiraz sahibinden, itiraza konu başvurunun başvuru veya rüçhan tarihinden önceki beş yıllık süre içinde itiraz gerekçesi markasını itirazına dayanak gösterdiği mal veya hizmetler bakımından Türkiye’de ciddi biçimde kullanmakta olduğuna ya da kullanmamaya dair haklı sebepleri olduğuna ilişkin delil sunması talep edilir. İtiraz sahibi tarafından bu hususların ispatlanamaması durumunda itiraz reddedilir.

[8] 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu Madde 29/2: 19 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü tecavüz davalarında def’i olarak ileri sürülebilir. Bu durumda kullanıma ilişkin beş yıllık sürenin belirlenmesinde dava tarihi esas alınır.

[9] Bkz. SULUK, Fikri Mülkiyet Hukuku, 225 vd.

[10] T.C. YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ E. 2019/1765 K. 2019/4421 T. 14.6.2019

Tasarrufa Dayalı Faizsiz Finansman Sistemine İlişkin Önemli Düzenlemeler Yapılıyor!

Ülkemizdeki bireylerin özellikle son dönemde başta konut ve taşıt olmak üzere sair varlık edinimlerinde özel firmalar aracılığıyla tasarrufa dayalı faizsiz finansman sistemine dahil oldukları sıklıkla görülmektedir. Nitekim, yine son dönemde bu hizmeti sağlayan firma sayısında önemli bir artış olmuştur.

Söz konusu firmalar, ana prensip olarak yurtdışında da örnekleri bulunan dönüşümlü kredi tasarruf birliklerine benzer şekilde faaliyetlerini yürütmekte, farklı yöntemler ile müşterilere faizsiz şekilde varlık kazandırmaktadırlar. Bu noktada amaç, bireylerin bir topluluk halinde tasarrufa teşvik edilmesi ve belirli bir vade sonunda finansmana ulaşmalarıdır.

Bu kurumlar tarafından sağlanan hizmetler teknik olarak incelendiğinde, sunulan hizmetin bir finansal aracılık hizmeti niteliğinde olduğu ı görülmüştür.  Bu bağlamda da finansal hizmetlerin Türkiye’de özel kanunlar ile lisanslı faaliyetler olarak düzenlenmekte olmasından hareketle, tasarrufa dayalı faizsiz finansman sistemi kapsamındaki faaliyetlerin de benzer düzenlemelere tabi tutulması gerekliliği sonucu doğmuştur.

Geçtiğimiz yıl içerisinde bahse konu regülasyon gerekliliği sık sık gündeme gelmiş, bu bağlamda Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (“BDDK”) tarafından çalışmalar yapılmıştır. Akabinde 2020 yılı sonlarına doğruda ise bu husus Türkiye Büyük Millet Meclisi (“TBMM”) gündemine girmiştir.

Bu bağlamda süregelen tartışmalar neticesinde “Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” (“Kanun Teklifi”) TBMM ilgili komisyonunda görüşmeye açılarak 17 Şubat 2021 tarihi itibariyle kabul edilmiş kanunlaşmak üzere TBMM genel kuruluna sunulmuştur.  Halihazırda mecliste görüşülmek üzere beklemekte olan bu teklifin meclise sunulduğu şekliyle öngördüğü hususlara dair çalışmamızı aşağıda paylaşıyoruz;

Kanun Teklifi Neler Getiriyor?

Öncelikle, 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu’nun ismi “Finansal Kiralama, Faktoring, Finansman ve Tasarruf Finansman Şirketleri Kanunu” (“Kanun”) olarak ve Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Birliği’nin adı “Finansal Kurumlar Birliği” olarak değiştirilecektir.  Ayrıca Kanun’un 2’nci maddesinde yer alan “Finansman Şirketi” ifadesinin “Finansman Şirketi veya Tasarruf Finansman Şirketi” olarak değiştirilmesi, böylelikle bu şirketlerin de Kanun kapsamındaki düzenlemelere tabi kılınması önerilmektedir.

Finansal Kurumlar Birliği’ne Üyelik

Yukarıda da belirttiğimiz şekilde Kanun Teklifi’nin 9’uncu maddesi ile 6361 sayılı kanunun 40’ıncı maddesinin başlığı Finansal Kurumlar Birliği olarak değiştirilmesi öngörülmektedir. Bununla birlikte maddenin yeni haline göre “Şirketler ve 5411 sayılı kanunun 143 maddesinde düzenlenen Varlık Yönetim Şirketleri ile kurumun gözetim ve denetimine tabi diğer kuruluşlardan kurulca uygun görülenler tüzel kişiliği haiz ve kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olan birliğe faaliyet yerini aldıkları tarihten itibaren bir ay içinde üye olmak zorundadır.” Maddenin gerekçesinde bakıldığında ise; Birliğe, Varlık Yönetim Şirketleri ile BDDK’nın gözetim ve denetimine tabi kuruluşlardan BDDK tarafından uygun görülenlerin de üye olmaları amaçlanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Kanun Teklifi’nin onaylanmasıyla birlikte Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Birliğinin ismi “Finansal Kurumlar Birliği” olarak değiştirilecek ve varlık yönetim şirketleri ile BDDK gözetim ve denetimine tabi diğer kuruluşlardan uygun görülenler Birliğe üye olabilecektir.

Tasarruf Finansman Sözleşmesi Nedir Tasarruf Finansmanı Faaliyeti Nasıl Tanımlanıyor?

Atipik ve karma nitelikte bir sözleşme olarak değerlendirilebilecek olan ve Tasarruf Finansman Şirketlerinin müşterileri ile akdettiği sözleşmelerde mevcut sistemin hukuki yapısı hakkında açık ve net ifadelere net verilmemektedir. Muhteviyatı itibariyle sıradan bir konut/araç finansman sözleşmesine benzese de esasen şirket tarafından yüklenilen edim bir organizasyondan ibaret olduğundan organize sözleşmesi de denebilir. Çünkü şirket sanılanın aksine bir kredi kuruluşu gibi doğrudan finansman sağlamamakta ve bir satış sözleşmesi de yapmamakta, yalnızca, “sisteme giren para – müşteri – satıcı” üçlemi arasında bir koordinasyon sağlamakta ve satış sözleşmesi yapılmasına aracılık etmektedir. Ancak, yasalaşması istenen mevcut Kanun Teklifi neticesinde sistem hakkında muğlaklığı giderilen birçok konu gibi sözleşmeye konu faaliyetin tanımı da yapılmakta ve söz konusu çelişkiler büyük oranda giderilerek açıklığa kavuşturulmaktadır.

Bu bağlamda tasarruf finansman sözleşmesi “belirli bir tasarruf tutarı ve dönemine bağlı olarak önceden belirlenmiş koşulların gerçekleşmesi şartıyla konut veya taşıt edinimi için müşteriye finansman kullanma hakkı veren, şirkete ise müşteriye ait birikmiş tasarruf tutarını yönetme, geri ödeme ve finansman kullandırma yükümlülüğü ile organizasyon ücreti alma hakkı veren, faizsiz finansman esaslarına göre düzenlenen sözleşme” olarak ve tasarruf finansmanı faaliyeti ise “bir sözleşme kapsamında önceden belirlenmiş koşulların gerçekleşmesi şartıyla konut veya taşıtın edinimi için faizsiz finansman esaslarına göre belirli bir süre tasarruf edilmesi, müşterilere finansman kullandırılması ve toplanan tasarrufların yönetimi” olarak tanımlanmıştır.

Bu faaliyet için tasarruf finansmanı şirketleri tarafından elde edilecek olan gelir ise organizasyon ücreti olarak nitelendirilmiştir.

Bahse konu faaliyetlere ilişkin kanun teklifinde aşağıda düzenlemelere gidilmiştir:

  1. Bu şirketler faizsiz finansman esaslarına göre faaliyet gösterir.
  2. Her bir müşteri grubu için ve müşteri bazında bağımsız bir tasarruf ve finansman planı düzenlenir.
  3. Grup halinde tasarruf uygulanmasında müşterilerin teminat tarihleri, grup için öngörülen toplam vade esas alınarak belirlenir.
  4. Tasarruf fonu havuz hesapları diğer hesaplardan ayrılmak zorundadır.
  5. Bu havuz hesapları, tasarruf finansman sözleşmelerinden kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesi dışında kullanılamaz, hapis hakkına, alacağın devrine, alacağın temlikine ve takasa konu edilemez.
  6. Bu havuz hesapları rehin edilemez, teminat gösterilemez, müşterilerin tasarruf finansman sözleşmelerinden kaynaklanan alacakları müstesna olmak üzere, kamu alacaklarının tahsisi amaçlı dahil haczedilemez, üzerine ihtiyati haciz konulamaz ya da iflas masasına dahil edilemez.

Kanun Teklifi ile ayrıca, oluşan fonların değerlendirileceği faizsiz yatırım araçlarının belirlenmesi ve faizsiz finansman esaslarına uygun tasarruf ve finansman yöntemlerinin de BDDK tarafından belirleneceği hüküm altına alınmıştır.

Hali Hazırda Tasarruf Finansmanı Faaliyetini Yürüten Şirketlerin Durumu Ne Olacak?

Kanun Teklifi’nin meclis gündeminde kabulünün akabinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdiği tarihte halihazırda tasarruf finansmanı faaliyetini yürüten şirketlerin yürürlük tarihinden itibaren en geç 6 ay içerisinde (“intibak süresi”) BDDK’ya başvuru yapmaları gerekmektedir. Aksi halde Kanun’a uyumlu hale gelmeme durumunda veya yeni hükümleri ihlal halinde, idari para cezalarından başlayarak, BDDK’nın şirketin tasfiyesine karar verebilmesine ve hatta hapis cezalarına kadar geniş bir yelpazede yaptırımlarla karşı karşıya kalınabilme riski söz konusudur.

Bu bağlamda şirketlerin ya başvuru tarihinden itibaren en geç 6 ay içerisinde mevcut durumlarını, yasalaşması halinde Kanun hükümlerine uygun hale getirmeleri ya da lisanslanma talepleri olmayacaksa müşteri hak ve menfaatlerini zarara uğratmadan tasfiye olacaklarına dair bir plan sunmaları gerekecektir.

Bahsi geçen 6 ay içerisinde başvuru yapılmadığı takdirde BDDK tarafından bu şirketler için tasfiye kararı verilecektir. Yine başvuruları olumlu sonuçlanmayan şirketler için de tasfiye kararı alınma İhtimali söz konusu olacaktır.

Yine Kanun Teklifi uyarınca söz konusu 6 aylık başvuru süresi, Kanun’a uyum için ek bir plan sunulması ve planın BDDK tarafından sunulan planın uygun bulunması halinde, 6 ayı geçmemek üzere uzatılabilecektir.

BDDK’ya ayrıca, intibak süresini, yalnızca 100 milyon TL tutarındaki minimum sermaye şartı dışında kalan hususlar ile ilgili olmak üzere altışar ayı geçmemek üzere 2 kez daha uzatma yetkisi verilmiştir.

Başvuru esnasında bağımsız denetimden geçmiş mali tabloların sunulması beklenmektedir.

Müşteriler ile İmzalanan Mevcut Sözleşmeler Ne Olacak?

Kanun Teklifi’nin kabulü halinde yürürlüğe girecek olan Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce akdedilen sözleşmeler, Kanun’da ve ilgili mevzuatta yer alan düzenlemelere göre tadil edildikten sonra kullanılmaya devam edilebilecektir.

Kanun Teklifi kapsamında BDDK’ya mevcut sözleşmelerdeki tahsisat tarihlerini öteleme yetkisi de verilmektedir.

Asgari Ödenmiş Sermaye Tutarı Nedir?

Kanun Teklifi ile birlikte, Kanun’a tabi diğer şirketlerden farklı olarak tasarruf finansman şirketlerinin asgari ödenmiş nakdi sermayesi 50 milyon TL yerine 100 milyon TL olarak belirlenmiştir.

Tasarruf Finansman Şirketlerinin Yapamayacağı Faaliyetlere ilişkin kanun teklifinde aşağıda düzenlemelere gidilmiştir:

  • Konut veya taşıt ediniminden doğduğu tevsik edilemeyen borçların finansmanı,
  • Tasarruf finansmanı sözleşmesi dışında herhangi bir finansman,
  • Üçüncü taraflara borç verme,
  • Ortaklık payı edinme,
  • Her türlü belge, ilan ve reklamlarında banka izlenimi yaratacak ifadeler ve deyimler ve katılım ibaresini kullanma,
  • Yurtdışında tescil edilmiş konut ve taşıt alımlarını finanse etme.

Tasarruf Finansman Şirketlerinin Birleşme, Devralma, Bölünme ve İradi Tasfiyelerine ilişkin kanun teklifinde aşağıda düzenlemelere gidilmiştir:

Bu işlemlerin BDDK denetimi ve izni ile aşağıdaki şekilde yapılacağı belirtilmektedir:

  • Bu işlemler için BDDK’ya verilecek dilekçede mevcut yükümlülüklerin yerine getirilebileceğine ilişkin bir plan sunulması gerekmektedir.
  • Tasfiye ancak müşterilere olan tüm finansman yükümlülükleri ile diğer tüm yükümlülüklerin yerine getirilmesi ve alacaklıların tahsisi bizzat şirket tarafından yapılacak şekilde gerçekleştirilebilecektir.
  • Tasfiyeye giren şirket yeni müşteri kabul edemeyecek, yeni bir taahhütte bulunamayacaktır.
  • Bu işlemlere ilişkin olarak verilen izin; BDDK’ya sunulan plana uyulmaması ve işlemlerin müşterilerin hak ve menfaatlerine zarar vereceğinin tespiti halinde, BDDK’nın en az 5 üyesinin kararıyla iptal edilebilir. Bu durumda BDDK tarafından tasfiye kararı verilmekte olup bu karar genel kurul kararı niteliğindedir.

Koruyucu Düzenlemelere ilişkin kanun teklifinde aşağıda düzenlemelere gidilmiştir:

BDDK tarafından, maruz kalınan risklerin tespiti, tahlili, izlenmesi, ölçülmesi ve değerlendirilmesi amacıyla bazı düzenlemeler getirilecek olması temelde müşterilere Kanun ile birtakım haklar tanıyarak onları koruma alma amacından ibarettir.

Bu bağlamda:

  • Yükümlülüklerinin toplam değerinin varlıklarının toplam değerini aşması veya aktiflerin vade itibariyle yükümlülüklerini karşılama tehlikesinin bulunması ya da aktiflerin kalitesinin mali gücü zayıflatıcı şekilde bozulması;
  • Gelir ve gider arasındaki ilgi ve dengenin bozulması nedeniyle öz kaynakların faaliyetleri emin bir şekilde yürütecek yeterliliğe haiz olmaması ya da bu duruma gelmek üzere olması;
  • Uygun hizmet birimleri ile iç kontrol, muhasebe, bilgi işlem ve raporlama sistemlerinin kurulmuş, bu birimler için yeterli personel kadrosunun oluşturulmuş ve personelin buna uygun görev tanımları ile yetki ve sorumluluklarının belirlenmiş olması şartlarının kaybolması ya da denetimi engelleyici bir durum oluşması;
  • Özkaynakların ödenmiş sermayenin üçte birine gerilemesi;
  • Etkin bir risk yönetimi sisteminin tesis edilememesi;
  • Güven ve istikrar bakımından finansal sisteme yönelik risk oluşturulması;
  • Kanun’a, Kanun’a ilişkin ikincil düzenlemelere ve BDDK Kurul kararlarına aykırı hareket edilmesi;

hallerinden bir ya da birkaçının varlığı halinde BDDK tarafından tasarruf finansman şirketinden alınması gereken önlemler ve atılması gereken adımlar belirli bir plan ve zaman çerçevesinde talep edilebilecektir.

Yine BDDK, bunun yanı sıra tahsilat tarihlerini de ötelemeye yetkili olacaktır.

Tasarruf finansman şirketleri, tasfiyeleri durumunda tasarruf sahiplerine ödenmek üzere, tahsil ettikleri organizasyon ücretlerinin binde 5’ini gelir hesaplarından ayırmak zorunda kılınmıştır. BDKK, bu oranı firma bazında 3 katına kadar çıkartmaya yetkili kılınmıştır.

Cezai Yaptırımlara ilişkin kanun teklifinde aşağıda düzenlemelere gidilmiştir:

Bir kısım cezai yaptırımlara aşağıdaki örnekler verilebilir:

  • Kanun’a eklenmesi önerilen madde 39/A 3 ve 4. fıkralarına aykırı işlemlerde 65.500 TL’den az olmamak üzere işlem tutarının 5 katı tutarında para cezası ve ayrıca bu işlemlerde bulunulması halinde ayrıca 6 aydan 2 yıla kadar hapis ve 500 güne kadar adli para cezası,
  • Yine madde 39/A’ya aykırı işlemlerde 25.000 TL ile 50.000 TL arasında para cezası;
  • Kanun’a eklenmesi önerilen 39/B maddesinin ilk üç fıkrasında yer alan tasarruf finansmanı faaliyete aykırı işlemlerde 25.000 TL ile 50.000 TL arasında para cezası;
  • İzinsiz tasarruf finansman faaliyetinde bulunulması halinde BDDK tarafından tasfiye kararı verilmesi;

Zimmete ilişkin kanun teklifinde aşağıda düzenlemelere gidilmiştir:

Görevi nedeniyle zilyetliği kendine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu para veya para yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren tasarruf finansman şirketi yönetim kurulu başkanı ve üyeleri ile diğer mensupları 6 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası ve 5.000 güne kadar adli para cezasına çarptırılacaktır. Ayrıca, şirketin uğradığı zararı tanzim etmek ile de yükümlü kılınmışlardır.

Eğer zimmet suçu, zimmetin ortaya çıkmaması için hileli davranışlar ile işleniyorsa ilgili kişiye 12 yıldan az olmamak kaydıyla hapis ve 20.000 güne kadar adli para cezası (şirketin uğradığı zararın 3 katını aşamaz) verilecektir.

Kanun teklifinde zimmet suçuna ilişkin olarak kapsamlı birçok düzenlemeye ayrıca yer verilmiştir.

Faaliyet İzninin İptali ve Şirketin Tavsiyesine ilişkin kanun teklifinde aşağıda düzenlemelere gidilmiştir:

BDDK en az 5 üyesinin kararı olmak kaydıyla aşağıdaki şartlardan birinin gerçekleşmesi halinde tasarruf finansman şirketinin faaliyet iznini iptal edebilir veya şirketi tavsiye edebilir:

  • Likidite düzeyinin sürdürülememesi,
  • Likidite düzeyinin sürdürülemeyeceğinin anlaşılması,
  • Likidite hesaplamasının güvenilir şekilde gerçekleştirilmemesi,
  • Likiditenin kasıtlı olarak yanlış hesaplanması,
  • BDDK’nın aldığı koruyucu düzenlemeler kapsamında talep edilen tedbirlerin belirtilen sürelerde alınmaması ya da kısmet veya tamamen yanlış alınmış olsa da mali bünyenin güçlenmesinin mümkün gözükmemesi, alınmayan tedbirler alınmış olsa da mali bünyenin güçlenmeyeceğinin tespit edilmesi.

Tasfiye kararı alınırsa, müşteri sözleşmelerinde yer alan finansman kullanma hakları uygulanmayacaktır.

Kanun Teklifi’nin 15’inci maddesinde tasfiye sürecine ilişkin olarak detaylı düzenlemelere yer verilmiştir.

Yani söz konusu Kanun Teklifi meclisin gündemine gelmiş olup, bu hali ile onaylanması ve Resmi Gazete’de yayınlanması halinde yukarıda belirtilen tarihlere kadar ilgili uyumlaştırma sürecinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Aksi halde bu şirketlerin tasfiyesi gerekecektir. Meclis gündeminde görüşülürken teklifte söz konusu olabilecek değişiklikler de yine tarafımızca duyurulacak ve son haline ilişkin önemli hususlar aktarılacaktır. Bu zamana kadar ilgili kişi ya da kurumların uyumlaştırma ile ilgili planlamaya başlamaları önem arz edecektir.